blackline Admin
Mesaj Sayısı : 159 Puan : 438 Reputation : 0 Kayıt tarihi : 14/06/24 Nerden : Isparta
| Konu: Kocakarı İmanı Cuma Tem. 05, 2024 7:38 pm | |
| Kocakarı İmanı İmanların en büyüğüdür! Fazla bilgiye sahip olmadan, koşulsuz bir teslimiyeti ifade eden imandır. Zaten dinde bunu gerektirir. Türkiye'de en çok yaygın olan din anlayışıdır. Düşünmeden, sorgulamadan, araştırmadan iman etmek demektir. Ne kadar araştırıyorsan, ne kadar sorguluyorsan, ne kadar düşünüyorsan o kadar şüphen var bu anlayışa göre dinden çıkarsın. Dinin Türkçeleştirilmesi, bu anlayışa vurulan en büyük darbeydi. Ezanın, Kuran'ın vb. Türkçeleştirilmesine şiddetle karşı çıkılmasının nedeni de budur. Kuran'ı biz anlayamayız, okursak kafamız karışır düşüncesi hakimdir bu anlayışta. Peki o halde kutsal kitaplar neden inmiştir? Bu çeşit bir iman için kutsal kitaba gerek var mıdır? Bu insanlar Türkçe dine o kadar karşıdır ki. Kuran Türkçe inseydi anlamamak için Arapça'ya çevirip öyle okurlardı. Çünkü hocalar alimler varken senin okuman ne haddine? Hocalar, tarikatlar, cemaatler "siz okumayın, sorgulamayın, biz okur size anlatırız, şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" derler. Bu yüzden kocakarı imânı din üzerinden nemalanan din tüccarlarının en sevdiği imân çeşididir. Çünkü eğer dini kendi dilinde anlarsan anladığın kelimeler seni düşünmeye, sorgulamaya ve hatta (haşa) şüphe etmene neden olabilme riski taşır. Düşünmek, sorgulamak iman zayıflığı belirtisidir. Bunları da birazcık bile olsa düşünmeniz, bu kavramlara kafa yormanız dinden çıkma alametidir. "ahir zamanda değişik inançlar çıkınca, kocakarılar gibi inanın" - hadis Bu Hadis-i şerif kocakarı gibi batıl şeylere körü körüne inan demek değildir. Allah ve Resulünün bildirdiklerine aklın almasa da, ispat edemesen de, yine de şiddetle ve inatla inanın demektir. Çünkü İSLAM TESLİMİYET DİNİDİR!Bir anne çocuğundan örneğin dişlerini fırçalamasını istediğinde, isteği yerine getirilmezse eğer; “fırçalamazsan gece bir fare gelip dişlerini yer” diye onu korkutur ve Çocuk istenileni yapar. Bu işe yaramazsa eğer; “dişlerini fırçalarsan seni parka götüreceğim, dondurma alacağım” diye ödül teklif eder. bu yöntem her konuda, her çocukta işe yarar. Bunun dışında bir grup çocuk da, annesini öyle sever, ona öyle hayrandır, onun tarafından takdir edilmeyi öyle arzu eder ki; annesi kendisinden ister istemez derhal gidip dişlerini fırçalar ve geri dönüp istenileni yerine getirdiğini kanıtlamak için ağzını sonuna kadar açıp bütün dişlerini göstererek annesini kendisine bakmaya zorlar. Sonra da, yüzünde bir onay ifadesi, bir gülümseme aramak üzere gözlerini annesine diker. Annesinin yüzünde bir memnuniyet ifadesi görür, bir de üzerine başı okşanır, aferin alırsa, sevinç içerisinde, hoplaya zıplaya her ne yapıyorsa onu yapmak üzere kendi hayatına döner. Böyle olur, çünkü, çocuk ya da yetişkin fark etmez, "bütün insanları, her durumda hareket ettiren, ya korku, ya ödül beklentisi ya da sevilme, onaylanma, takdir edilme isteğidir. Çünkü. hiçbir insan, sonunda bir çıkarı olmadıkça kılını kıpırdatmaz.Ve çocuklar bu şekilde kandırılır, çünkü onlar yemek artıklarını, bakterileri, onların kendilerine vereceği zararları ve sonunda uğrayacakları kayıpları anlayacak durumda değildirler. Bu nedenle "belli bir olgunluğa gelene kadar" yönetilmeleri, ödül ya da ceza itici güç olarak kullanılarak da olsa yararlarına olan şeye zorlanmaları ve böylece, bilgisizlikleri yüzünden uğrayabilecekleri zararlardan korunmaları gerekir. (kimilerinin bu anlamdaki çocukluğu 70-80 yıl da sürebilmektedir).Neden yaptığını bilsin ya da bilmesin, korku ya da ödül beklentisiyle de olsa annesine itaat ederek dişlerini fırçalayan, ödev yapan, okula giden çocuk, yaptığı işten sonunda nasıl yarar görüyorsa ve gördüğü yararı ancak büyüdüğünde idrak ediyorsa; dini anlamda da, neden yaptığını bilsin ya da bilmesin, korku ya da ödül beklentisiyle de olsa Allah’a koşulsuz ve sorgusuz itaat ederek o'nun kurallarına uyarak ibadet eden ve üstün ahlaki özellikler kazanmış inanmış insanın, hayatı kavrayacak ve kendisi için yararlı olan işleri kendiliğinden yapacak hale gelmektedir.Anadolu Türk kültürünün ilk dönemlerinde ortaya çıkmış bir felsefe olan tasavvufun en büyük müşterileri de, fiziksel güzelliği azalan orta yaşlı kadınlardır. Hakaret için söylemiyorum. Çünkü böyle olması çok mantıklıdır. Çünkü bu insanlar fiziksel güzellikleri ile, hele ki Türkiye'de, belli bir yasa kadar cennette gibi yaşıyorlar. etrafında yüzlerce erkek, onlar için her şeyi yapmaya hazır. Ne zamanki bu cennet hayatı bitiyor, bu narsizme alışmış bünye, bu sefer ruhunda yeni bir mükemmellik aramaya çıkıyor. Sonra bu insanlar meleklerle iletişim, başka boyutlar, ruhundaki ilahilik, diğer yaşamları, astroloji ... nerde çocukça saçmalık varsa hepsini yapıyor. Yani kocakarılık bir nevi cennetten kovulma figürüdür. Türkiyede erkeklerde ilerleyen yaşlarda manevi işlerden soğuyan çok erkek varken, kadınlar ise daha fazla maneviyata yöneliyor. Erkekler hayata karşı bir küskünlük yaşarken, kadınlar yeni bir mükemmellik kaynağı arıyor. Bir de ilerdeki aşk hayatını o saatten sonra yıldızlara bakıp yönlendiriyor.Uzun süre boyunca Budizm ile ilgili okumaya başlayıp, Zen bilgeliğine büyük ilgi duymaya devam edip, Taoizm'e ilgi duyarsanız varacağınız yer yine tasavvuf olacaktır.Stres altında yaşayan toplumların bulundukları dine başka bir bakış açısı getirerek ya dinine daha çok sarılarak bu dünya ile olan bağlarını koparıp tamamen ahirete göre yaşamlarını belirlerler, yani bir çeşit yaşayan ölüler gibi, yada tamamen dinden kopup ateist olurlar. Türkiye'de olan ise dine olan bağın artmasıdır. Tasavvuf akıl ve mantık değil aşk ve hayranlık yoludur ve bu zehirli bir düşünce biçimidir. Çünkü insanları duygusal öğretilerle uyuşturmaktadırlar. İnançlar dogmatik fanatizme dönüşünce koyunlaşan zihin sağduyudan uzaklaşır ve büyük yüce bir manipülatör haline gelir. Öğretiler insanları kafayı yemeye iter, sonra uçuyorum kaçıyorum demeye başlar mal olursunuz. Yapılan bazı araştırmalara göre Türkiye'de 8-10 milyon cemaat mensubu olduğu söyleniyor. Ancak, bugünkü Z kuşağı o zaman orta yaş grubu olacak. Günümüz Z kusaginin biraz daha kendi keyfine göre bireysel yaşamasının etki altında bulunduğu kültürü ve batı kültürüne yakın oldukları düşünülürse, gelecek yıllar cemaatler için o kadar parlak değil."Şarap içmeden şair olunmaz" diyen Homeros'a, İbn-i Fârid'tan cevap; "Biz sarhoş olduğumuzda daha üzüm yaratılmamıştı." | |
|